0
Bugün ilginizi çekeceğini düşündüğüm bir konuyla konuk yazar ağırlıyorum yine. Kayb-ı Kelam, mesleğini belli ki çok seven, çiçeği burnunda bir tıp öğrencisinin blogu. Çok güzel yazıyor, kendisini konuk etmekten son derece memnunum ve bu güzel bilgilendirici yazı için kendisine teşekkür ediyorum. 
Hep söylerim, bu hayatta kutsal iki meslek vardır ve bu iki meslek sevilmeden yapılmaz: Birincisi hayat kurtaran doktorluk, ikincisi de hayat şekillendiren öğretmenlik... Sözü fazla uzatmadan geleceğin başarılı doktoruna bırakmak istiyorum, bakın neler anlatmış mesleği hakkında:  

----------------------

 Son birkaç gündür ne yazsam diye düşünürken, aklıma kendi branşımla ilgili bir şeyler yazmak geldi. Yani tıpla, doktorluk mesleğiyle ilgili. Buyurun bir doktor nasıl yetişiyor ülkemizde, yani tıp fakültesi serüveni nasılmış aslında :


doktor olmak kolay değil
Lise Yılları ;
Lise yıllarının son senesi özellikle de tıp isteyen öğrenciler için tam bir monotonluk senesidir. Sabahın erken saatlerinde hafif bir kahvaltı ile başlayan bu yeni hayat, o gün boş derslerde, teneffüs aralarında çalışılacak kaynakların özenle hazırlanmasıyla da devam eder. Okulda geçen yoğun temponun ardından kısa bir dinlenme bu süreçte o öğrenci için eşsiz bir ödül olur. Ne yazık ki bu ödülün de tam zevkini çıkaramadan çalan etüt ziliyle çalışma odalarına geçer ve uykunun kendisini zorladığı son anlara kadar kendini bir çalışma havasına sokar. Ve günler böyle devam eder, eder, eder; ta ki sınava kadar... Dedim ya monotonluk diye, arada farklı aktiviteler yapması belki de bünyesine iyi gelecek; ama sağ olsun dış uyaranlar, ki bu aile bireyleri, komşular, arkadaşları olabilir, bu öğrenciyi farklı bir aktivitede gördüklerinde ''bak hele, sınava kalmış kaç gün dışarılarda sürtüyor. Olacak şey mi bu aa!'' söylemleriyle bu monotonluğu sürdürmelerinde etkili rol oynar. Neyse efendiler, sınav vakti geldiğinde ise koskocaman o çalışma zamanının birkaç saat içinde meyvelerini beklemeye gelir sıra. Heyecanlanma, omuzlarına yüklenen ağır sorumlulukların sınav anında akıldan çıkaramama, saçma sorular macerasının yaşandığı o birkaç saat... Nihayetinde kazasız belasız o sınavı da atlatan öğrenci kendi isteğiyle(!) tıp fakültelerinden birine yerleşir. Ve üniversite kapıları o öğrenci için sonuna dek açılır(!) 

Üniversite Yılları ;
Artık eskisi gibi stres yok, dert yok düşünceleriyle harmanlanmış öğrenci, 
komite sistemini duyduğunda daha bir sevinir. Çünkü senede ortalama 5-6 sınava girecek olması kulağa çok rahatlatıcı sözlermiş gibi gelir. Derslerine de girecek olan 50-60 hocayı da duyunca ve hele de aralarında profesörlerin olduğunu görünce de değmeyin keyfine. Ama işin içine girince öyle olmadığını anlaması birkaç ayını alacaktır. Çünkü farklı bir dille, tıp diliyle, tanışması birçok hocanın slaytlara bağlı kalması, gerekli gereksiz binlerce bilgiyle karşılaşması ve sınavlarda da çalıştığı onca şeyin arasında hiç tahmin edemediği yerlerden sorularla buluşması için gereken zaman işte bu kadar kısadır.

Tıp okumanın dayanılmaz hafifliği!

Özellikle de 3.sınıfa gelindiğinde ise sayısız hastalığın nedenlerini, sıklıklarını, nasıl olduklarını sadece teorik yönden öğrenip hasta üzerinde görememesi en büyük dezavantajlardan biridir. Ayrıca derslerde hocaların azarlarına maruz kalınması, 
bunu nasıl bilemezsiniz cümlesinin oldukça sık duyulması psikolojik, günlük 6-8 saat ders işlenmesinin ardından öğrencinin ders çalışmaya ne zaman, ne de güç bulamamasına bağlı fizyolojik açıdan çökmesi de bu dönemde gayet mümkündür. Özellikle diğer fakültelerde okuyan arkadaşlarının aksine vaktinin çoğunu çalışmaya çalışmak için ayırması sonucu tıp öğrencisinin asosyal bir birey olması da cabası.

Nihayet stajların başlamasıyla birlikte hastalıkları hasta üzerinde görmeye başlayan öğrenciler farklı şeylerle de karşılaşmaya başlarlar. İlk olarak yakın akrabalar 
''ne kadar maaş alıyorsun 4.sınıfta ? Gerçi siz doktorlar iki tıkla 70 lirayı götürüyorsunuz zaten; ama hiç doymuyorsunuz'' tarzında sözleri sıralamaya başlar. "Ne uzmanı doktor olacan bakim sen" diyenler,"bu doktorlar var ya bu doktorlar para için imanını satarlar" diyenler,"şu doktor hiçbir şey bilmiyor, bir ilaç bile yazamadı/sadece bir Parol yazmış baksana" diyenler, "doktorları dövenler" vs.. onlarca tabloyla yüz yüze olmaya başlarsınız. Halbuki biraz empati yapabilseler...


Tıp fakültesi 
minimum 6 senelik bir fakülte. Minimum diyorum; çünkü alttan ders almak gibi bir ihtimal olmadığı için böyle bir durum söz konusu olursa sınıf tekrarına kalıyorsunuz.[bizim fakülteye 120 kişiyle başlayıp 6.sınıfta sadece 54 kişi kaldığını duydum]Bu süreçten sonra karşınıza dünyanın zorluk olarak en zor ilk beş ve ayrıca Türkiye'nin en zor sınavı olan TUS (Tıpta Uzmanlaşma Sınavı) illeti çıkar. Şayet bu sınavda yeterli bir puan aldıktan sonra da 4-5 sene daha uzmanlık okursunuz. Yani sizi hastanede muayene eden doktor en azından 10 yıllık bir tıp eğitimi almış doktordur. [Bazı istisnalar hariç]Ve maaş noktasına gelince de normal eğitim süresince öğrenci olduğunuzdan maaş alamıyorsunuz ta ki mezun oluncaya dek. Uzmanlık sınavını geçtikten sonra asistanlık maaşı almaya başlıyorsunuz ve onun ne kadar yüksek (!) bir miktar olduğunu her sene açıklanan kim ne kadar maaş alacak? tablosundan bulabilirsiniz.

iki tık değil, perküsyon!

İki tıkla 70 lira meselesine gelince o iki tık denen muayenenin adı 
PERKÜSYON ve vücudun farklı yerlerinde çıkan sesle rahatsızlık olup olmadığını anlamada kulağı iyi olan doktorlar için etkili bir yöntem. Bizim insanlarımız genellikle neden film çekmiyor diye yakınırlar, halbuki ne kadar yüksek dozda radyasyon yediğinin farkında değiller. Mesela tipik normal bir hastalığı olan kişi eğer BTdenen tomografi çekiyorsa normal röntgen filmlerinde maruz kaldığı radyasyonun 422 katı daha fazla radyasyona maruz kalıyorBu da ileride birçok kanser için bulunmaz fırsat adeta. O yüzden gereksiz tetkikler hastalığı daha da kötüleştirebilir. Kaş yaparken göz çıkarmak misali...

İlaç yazmadı sözü... Ülkemizin antibiyotik kullanımında 1.sırada olduğunu biliyor musunuz ? Halbuki en basitinden serum bile insan için zararlı olabiliyor. Ama illaki ilaç kullanmamız gerekiyor ya gerekli gereksiz, tüm bünyemizi mahvetmeye başlıyoruz. Hani sürekli derler ya eskiler hiç hastalanmazdı diye. Neden hastalansın ki. Doğal beslenme ve gereksiz ilaç kullanımın olmadığı o dönemlerde hastalık nasıl olsun ki ? 
Her ilaç bir zehirdir diye öğretirler bize. Gerçekten de bir ilacın etkinliği olduğu kadar yan etkileri de oldukça fazla. Hele de antibiyotikler... Bakteriler, sürekli bir direnç kazanmaya başlıyor o ilaçlara karşı. Ve günden güne de ilaçların dozları artırılıyor. Ne kadar yüksek doz, o kadar yan etki ve bir o kadar da bozulan bağışıklık sistemi.

Hayat kurtaranlar

Mesela grip için birkaç ilaç kullanan çok sayıda kişi var. Ama gribin 
%80-85 nedeni virüsler.Yani kullanılan hiçbir ilaç virüslere etki etmez. Antibiyotikler sadece bakterilere etki eder. O yüzden kullanılan ilaçların birçoğu gereksiz olur. Onun yerine bağışıklık sisteminizi güçlendiren C vitamininin olduğu gıdalarla beslenmek, dinlenmek o ilaçların neredeyse hepsinden daha yüksek bir etkiye sahiptir. Kısacası ilaç yazmayan ya da bildiğiniz ilacı yazan doktor her zaman hiçbir şey bilmeyen doktor değildir. Çoğu zaman sizi sizden daha fazla düşünen doktordur düşüncesini unutmayın.
Bir de doktorları dövenler var, onlar hak ediyor diyenler... Hangi hastanın daha acil bir vaka olduğunu sizden daha iyi bilir doktor değil mi? Çünkü her hasta yakını için hastası acildir diğerlerine göre. Ayrıca acilde çalışan bir doktor ortalama 
100-150 hastaya bakıyor.Unutmayın o doktor da bir insan ve belki de 30 saatten fazla uyuyamayan biri. %100 performans beklemek ne kadar doğru olur ? Karar sizin...

NOT : Elbette her zaman doktor haklı değildir; ama ben sadece haklı olan doktorların düşüncesini buraya yazdım.


Yazar Hakkında :Tıptaki sanatı kelimelerde de gören ve vaktinin bir kısmını yazarak geçiren bir tıp öğrencisi. Yazılarını sadece kendi değil başkaları da okuyup değerlendirebilsin diye Kayb-ıKelâm blogunda da yazan kelimelerin bir hayranı. Buyurun gelin, hep beraber okuyalım...


NOT: Bu tıp serüveninin 4.sınıfında olduğumdan daha ilerisini anlatmam doğru olmaz. O yüzden serüvende geçen bu sorulara cevaplar vererek yazıyı bitirmem daha uygun olur sanırım.

Kısaca değinmek istediğim doktorluk mesleğini yazarken anladım ki kısaca anlatmak oldukça zormuş. Peki sizler ne düşünüyorsunuz doktorlar hakkında ?



Yorum Gönder

 
Top